24 Haziran 2025 Salı

Abluka-Sabuk İşler (İşsizlikler)

 Maalesef polis ve polisçilik oynayanlar göremedi-anlayamadı onlar da daha az mesai yapsın, hakettikleri ücretleri -emeklerinin karşılığını- alsın; çocukları daha özgür yaşasın, ileri de cinsel kimlikleri veya söylemleri yüzünden dışlanmasın, hapse atılmasın; anneleri, babaları, çocukları ve kendileri gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarıyla yan yan geldiğinde sefil bir fenotipe ve akıl-ruh sağlığına sahip gözükmesin-olmasın diye direndiğimizi. Bundan sonra da görebileceklerini düşünmüyorum zaten, ortada kör bırakılmış bir halk varken, onur-erdem gibi kavramlar yok edilmişken.

  Şimdi ise az para ve çalışma koşullarının berbatlığından söz ediyor, sosyal medya platformlarında etkileşim yaratarak gündeme gelmek istiyor polis. Eh! Geç oldu artık.

  

  Polis “Abluka” isimli performans sanatını izletiyor şu sıralar farklı şehirlerde bizlere. Ancak bu performansın adı “Kabak Tadı veyahut Emir Kulunun Zavallılığı” olarak değiştirilmeli.

 Aslında ablukaya alınan herkesin hayatı ve “herkes” kavramı, polisi ve polisçilik oynayanları da kapsıyor. Yani kendi kendini ablukaya alanlar var. Bunun son örneğini ise (F)akit isimli rezil oluşumun, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek'in ölümünden sonra kötü niyetle çizilmiş karikatürünü eleştirmek-protesto etmek için toplanan insanlara polisin her zamanki gibi düşmanca tavırlarla “emir kulluğu” oynamasında gördük. 

 Diktatoryal rejimin maşalığını yaparken polis, polis olmayanlar nasıl savunsun şimdi polisin hakkını.(Soru işareti (?) yok; nokta (.) var).


 Ağır çalışma şartları altında ezilen, emeğinin karşılığını alamayan, hukuksuzluğa ortak edilerek itibarı düşürülen polislere hakettikleri yaşamı sağlayabilmeleri için tavsiyem ise; anayasal olan protesto-eylem gibi haklarını kullanmaları ve iş yavaşlatmaya gitmeleri olur. İş yavaşlatmaya ise anayasal haklarını kullanarak eylem-protesto yapanları keyfi ve hukuksuzca dövmeyerek, gözaltına almayarak başlayabilirler. Zaten bu aslında iş yavaşlatma olmayacak; olması gerekenin dışına çıkmama olacak. Hukuksuz emirleri uygulamasınlar yeter. Kolay yani.

5 Haziran 2025 Perşembe

Türkiye'de Sanat-Sepet ve yine Türkiye'de Kitap ve Edebiyat

   Her şey iç içe geçti.

  Eskiden aynadan yansıtmaçlı fotoğraf çekmek “kezbanlıktı". Artık herkes böyle fotoğraf çekiniyor. Herkes kezban oldu.

  Ya da sanat-sepetle ilgilenen kişiler, öyle “ciks" diye nitelendirilen, sanatın ruhsallığa hitap eden yönüyle hiç bağdaşmayan gece kulüplerine takılmazdı. Bir tavrı vardı sanatla ilgili olanın. Bir yandan da günümüzde (geçmişten günümüze gelişe gelişe gelen) sanatla ilgisi-sanatçı ruhu olmayanlar da sanatın itibar kazandıracak bir şey olduğunu keşfetti ve sanatla ilgili gözükmeye çalıştı. Bir yerden sonra bu kitle, sanatla gerçekten ilgili olan, sanatçı ruhlu kişilerin sayısını geçti. İstanbul'u işgal eder gibi sanat çevresini de işgal edip kendi âvam kültürünü buraya zerk etti, sanatı da tüketilir hâle getirdi, sanatı Instagram postu formuna soktu, sanatın niteliğini düşürdü bu kitle. En acısı da bu işgalci kitleye “sanatçı” ve “sanattan anlayan” denildi.

 Aynı kitle edebiyat dünyasında da mevcut. Türkiye'de kitaba ve edebiyata olan yaklaşım son yıllarda toplumdaki âvamlaşmanın aksine bir "Beyaz Türkleşme" direnci olarak gözükse de bu beyazlaşma çabasının olması bile işin özünde bir âvamlığın olduğunun göstergesidir -tıpkı dj setine sahip olmanın da modernlik algısı yaratmada yardımcı bir öğe olması gibi son yıllarda-.

  

  Artık bir ülke karakteri hâline gelmiş "aman ağzımızın tadı kaçmasıncılık" ve "körler-sağırlar, birbirini ağırlarcılık" pek tabi ki edebiyat dünyasında da hâkimdir.

  Bir de “ağzımızın tadı kaçmasıncılığın” edebiyatın sektörel kısmına sirayet etmiş hâli mevcut günümüzde.

  Şöyle ki:

  Birçok kitabevi, Emrah Serbes, Ali Lidar başta olmak üzere birçok kitabı olan ismin skandalı olunca, skandalı olan isimlerin kitaplarını raflardan çekmiş ve satmamıştı, tepki göstermekten çok duyarlı gözükeyim de reklamım olsun ayağına. 

  Şimdi ise sormak isterim, yaşamsal bir tehdit altındayken, özgürlükler yokedilirken, diktatoryal rejim faşizmin tüm tuşlarına basarken, tüm bunlara karşı başlatılan bir direniş formu olan boykot devredeyken, acaba daha önce bir-iki yazarın kitabını boykot eden yayınevleri, kendi yayınlarından çıkan kitapları hâlâ D&R veya boykot edilen diğer yerlerde satmakta mı, bâzı yazarlar kendi inisiyatifleriyle ve maddi kaygıları da düşünmeden (Türkiye'de birkaç yazar veya başka işlerle de uğraşan yazarlar hariç yazarlar çok para kazanmıyor-kazanamıyor) kitaplarını buradan çekerken?

  Benim gördüğüm devam etmekte bu satışlar. Demek ki bu ünlü-ünsüz yayınevleri, gelecekteki varoluşlarını düşünmüyor. 

  Bir kitabın çıkabilmesi, bir yayınevinin ayakta kalması öncelikle ifade özgürlüğünün olduğu ortamlarda mevcuttur ama ifade özgürlüğü, faşizan rejimlerde mümkün değildir. Bu mümkünlük olmadığı sürece kitabevleri nitelikli eserler çıkartmayı geçtim; kitap çıkartmaz. Dolayısıyla da o çok önem verdikleri parayı da kazanamazlar. Yani kitabevlerinin ayakta kalabilmesi için sermayeden önce özgürlüğe ihtiyacı vardır.