24 Haziran 2014 Salı

MÜSTAHAK


Ne habere
Ne ümide
Yaşamaya mecbur değilim
Dayattıkça daralttınız
Daralttıkça dayattınız
Gurbetçi boksörler gibi çirkinim artık
Ve bir o kadarda
Oyundan alınan yıldız futbolcu gibi kızgın
Oysa ne goller atacaktım
Şimdi tribünlerin ve hocanın suratına tüküreceğim
Zaten hiçbir zaman sevmemiştim onları


Derin devletleri geçin
Derin dondurucu kişiliklerinizden bahsedin
Bahsetmezseniz küfür edeceğim
Çünkü küfür ben ettikçe iyidir
Çünkü küfür benle güzelleşir


Nedense katiller hep Vın Turizm
Ve biletleri tek gidişlik
Tıpkı maktulleri gibi
Ülkede

15 Haziran 2014 Pazar

2014 FUTBOL DÜNYA KUPASI DEMEÇLERİ

Arjen Robben (Hollanda): ``Dünya Kupasını kazanırsak saç ektiricem.``

Robin van Persie (Hollanda): ``Dünya Kupasını kazanırsak saçlarımdaki beyazlara boya attırıcam.``

Ashkan Dejagah (İran):``Dünya Kupasını kazanırsak götüme sokucam (Nasılsa kazanamayız).``

Son Heung-Min (Güney Kore): ``Dünya Kupasını kazanırsak bir daha karaoke yapmiycam.``

Cristiano Ronaldo (Portekiz): ``Kupayı alırsak kimseye vermem evime koyarım.``

Volkan Demirel (Türkiye): ``Kupaya katılmadığımız iyi oldu. Sakalları kesmek gibi iddialı bir demeç vermekten kurtuldum. Öyle bir söz verseydim de sakalları kesmemek için bilerek gol yerdim.``


Xabi Alonso (İspanya): ``Kupa kaldıra kaldıra kol kası yaptım. Yeter lan.``

Ousmane Viera (Fildişi Sahili-Çaykur Rizespor): ``Kupayı kazanırsak tüm takıma benden çay.``

Keisuke Honda (Japonya): ``Kupayı alırsak altıma bi Honda çekerim şöyle en kralından.`` 

Ji Dong-Won (Güney Kore): ``Yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum.``

Sabri Sarıoğlu (Türkiye): ``Dünya Kupasına katılsak evde izlerdim.``


13 Haziran 2014 Cuma

TÜRKİYE

İkindi uykusundan uyanmış gibi
Gözleri çapaklı
Suratına su çırpsa yine de ayılacak gibi değil
Ev bahar temizliği var gibi dağınık
Ama problem dört mevsime ait herhangi bir temizliğin olmayışı

12 Haziran 2014 Perşembe

LEGO STADIUM 3








ÜŞ

Öldür beni ama intihar süsü ver
İntihar etmeye dahi üşenmiş demesinler
Bana nasıl olduğumu sormayın
Her seferinde aynı cevabı almak hoşunuza mı gidiyor?
Nasır gibiyim işte                          
Poz vereceğim kendime
Flaşı parmağımla kapatıyorum
Her yer kızardı şimdi

11 Haziran 2014 Çarşamba

HALLERMAN-STREİFF’LI

Tavşanlarla , kardanadamlar havuç için savaşır
Maşallahla illallah arasındaki süreç merak uyandırır
Bilinçaltındaki imgelerin çocukluğunuza yakın duran kısmı bunlar, aşk diye tabir ettiğiniz
Birçoğu , bir yerde kesişti sadece
Vücut sağlığım yerindeyken, ruh sağlığım Hallerman-Streiff’lı
Söylediklerim
Bunlarda ayıbım olsun ne yapayım
Kötülük yapmıyorum aslında
Başınızı suya sokmuşsunuz ve ben kafanızı sudan çıkartmayın bari diye tutuyorum
Ananızı hatırlayın
“Kafanı da sok suya”
Gelecekte daha da derinlere itebilirim o başı basınç artsın diye
Kaptan!Sende kimsesizliğe çek huzur bulalım
Biriktiremediğim kuponlara üzülüyorum
Ama neyse ki Meydan Larousse’larım ve Temel Britannica’larım var
Havuzda işeyenlerin mayosunun renginin kırmızıya dönüştüğü dönemlerden kalma bir şarkı bu
İki ağaç aralığı kale
Arkada pencere
Kot pantolon asilik sembolü
Ve o asiliğin sembolü kot pantolon bugün herkesi hizaya sokmakta
Bugünün asilik sembolleri ise yarın herkesi hizaya sokacak
Gece daha hayalperest
Görünmek istenildiği gibi görünür her şey
Gündüzün aydınlığı çıkartır pislikleri ortaya
Kadrajımı daha iyi ayarlıyorum geceleri
Geceleri boşalan devlet dairelerini korku filmlerimde mekan olarak kullanacağım
“İstediğiniz Kişiye İstediğinizi Yaptırın” isimli kitap kötü adam olarak baş rolde oynayacak



PEK DE ÂLÂ DEĞİL TOPLUM


   Âlâ Dergisi`ni bilir misiniz? Daha çok muhafazakâr ve tesettürlü kadınlar tarafından takip edilen bir yaşam ve İslami moda dergisidir.
   Âlâ dergisi geçtiğimiz günlerde bir kadınlar matinesi ve tesettürlü kapak kızı yarışması (daha sonradan öğrendim; kapak kızı yarışması yalan habermiş.Kendini muhafazakâr olarak tanımlayanlar tarafından üşenmeden ve dergiyi zan altında bırakacak şekilde hazırlanıp servis edilmiş.Ne akla hizmet bilmiyorum.) düzenleme kararı almıştı. Gecede ünlü şarkıcı Burcu Güneş ve dansöz Asena da sahneye çıkacaktı. Derginin hitap ettiği kitle için istediği organizasyonu düzenleme hakkı vardı hem de kitlesi için çok daha rahat hissedebileceği bir ortam oluşturmuş olacaktı. Ama hiçte öyle olmayacağı birkaç gün sonra belli oldu. Hem toplumdaki muhafazakârlık adı altında yapılan terbiyesizlikler hem de eleştiri adı altında yapılan kirli söylemler kadınların eğlencesinin içine en hafif tabiriyle sıçtı.





Yalan Yarışmanın Yalan Afişi




   Sosyal medyada kendilerini türban muhafızı zanneden kişiler, çeşitli küfürlerle Âlâ Dergisi`nin terbiyesizlik yaptığını iddia etti. Organizasyonun iptal edilmesi için organizasyonlar yaptılar, hashtaglar(#) açtılar. Dünyalarındaki tek problem bu olmuştu. İlahiyatçı sıfatlı çeşitli kişiler ise sosyal medyadakilerden aşağı kalmayıp ayetlerle kendi görüşlerini destekledi. Örneğin İhsan Eliaçık ve Zekeriya Beyaz; ``Başınızda taşıdığımız bez parçası değil Nur Sûresi 31. âyeti’dir.`` ``Başörtüsünü, tesettürü dini bir olgu olmaktan soyutlayıp modanın paspası haline getiren dergi.`` ``Yamalı kıyafetler giyen bir peygamberin ümmeti siz olamazsınız” gibisinden açıklamalar yaptı. Ama bu, arkasına ilahiyatçılarda alan ``duyarlı`` kalabalık, türban takanlarında estetik değerleri olabileceğini, eğlenmeye hakkı olduğunu kısacası isteyenin istediğini yapabileceğini ya bilmiyorlarlardı, ya eğlenenleri kıskanıyorlardı.
   En sonunda da Âlâ Dergisi tüm bu baskılara ve tehditlere dayanamadı. İlk önce internet sitesinden parti ve yarışma ilanı kaldırıldı. Sonrada dergi yönetimi yarışmayı ve tesettür partisini iptal etti.
   21. yüzyılda, Türk toplumu kutuplaşma fırsatlarını hiç kaçırmadan, savaşma içgüdüsünü seri bir şekilde aktifleştirerek en önemli sosyolojik karakteristiklerinden birini oluşturmuştur. Toplum, düşmanlara o kadar alışmıştır ki düşmansız yapamaz olmuştur. Son Âlâ Dergisi olayıda bu karakterin sonuçlarından biridir. Eskiden beri yapılan ve hâlâ da devam eden türbanlı-açık savaşı artık daha da dallanıp budaklanmıştır. Artık aynı doğrultudaki kavramlar bile kendi içinde savaşa girişmiştir. Bu olayda savaşın tarafları ise; zevkli muhafazakârlar ve muhafazakârın da muhafazakârları olarak adlandırılabilir. Aslında adlandırmaya da gerek yok zaten savaşa girenler kendilerini belli kavramların içine hapsedenlerdir. Yani onlar kendilerini partizanca adlandıracaktır.
   Esas problem sıfatların verdiği ağırlık ve dayattığı sorumluluklardır. Sıfatlar ve sorumluluklar öz benliğin önüne geçerse onların kölesi olunur.
   Muhafazakârlık tek tiplilik doğrultusuna yakın olsa da hiçbir benlik bir diğerine benzemez. Bütün bireyler benlikleri bakımından azınlıktır. Sonuç olarak tek bir doğrudan bahsedilemez. Aynı doğrultuda ilerleyenler bile kendi içinde farklı doğrultular ve değerler taşıyabilir. Başkalarının taşıdığı doğrular ve değerler tabi ki de hoşa gitmeyebilir. O doğrular ve değerler sert üsluplarla da eleştirilip, memnuniyetsizlik karşı tarafa hissettirilebilir. Ama bu varoluşu engelleme ve yok etme noktasına gelirse çatışmalar çıkar.
   Zaten kadın hakları bakımından-ki cinsiyetçi ayrımcılıkta taşıyan bir söylemdir bu. Pozitif ayrımcılık yapmayıp insan hakları denilmeli-sorunlu olan bir ülkede insanlar birbirlerini daha da bunaltmayıp rahat bırakmalıdır. Çünkü baskıcı ortamlarda baskı kaynağı bireyler olunca bu çok çabuk kültürleşir. Kültürde zaman içinde dinsel bir algıya dönüşür. Eğer kültürün bize bozuk gelen ve dayatılan taraflarını eleştirirsek bu kutsanmış algıya küfür ettiğimiz varsayılır, ``kültür muhafızları (bakın yine ``muhafaza`` köklü)   tarafından.
   Önemli olan ``Gelenekselci Kültür``den ziyade bizim kendi ``Kişisel Kültür``ümüzdür. Çünkü gelenekselci kültürün tüm ögeleri bizim ruhumuza uymayabilir. Zaten kültür üst üste birikmeyle şekillenir tıpkı gelenekselci kültüründe geçmişteki kişilerin ruhlarıyla şekillendiği gibi. Tüm ruhlarda ayrı bir evren olduğu için tek bir doğru olmadığı gibi tek bir kültür biçiminden de bahsedilemez.

   Âlâ Dergisi`nin başına gelen bu olay ne ilk (bkz. NOKTA) ne de son (bütün yayınlar ve bireyler potansiyel sahibi) hizaya sokma olayı olacaktır. Çünkü kimsenin hizası eşit değildir. Hâlâ başkalarını kendi hizanıza getirmeye çalışıyorsanız o da sizin faşistliğiniz. 

   

7 Haziran 2014 Cumartesi

BAGACERATOPS OLMAK YA DA OLMAMAK

   Son günlerde oğulları PKK tarafından kaçırılan annelerin üzüntüsünü ve eylemlerini yazılı, görsel ve sosyal medyadan okumuş, izlemiş ve duymuşsunuzdur. Ama oğulları zorunlu askerlik sırasında öldürülen (intihara sürüklemek de öldürmek eylemine dâhildir) annelerin acısını pek azınız duymuştur. Duyanlarınızda sosyal medyadan duymuştur. Çünkü ``klasik yerleşik medya`` bu tarz haberleri gündemine pek almaz. Alsa da okuyanlar pek duyarlı olmaz. Bu kültür dayatımının doğal bir sonucudur. Mevcut kültürde askerlik kışlaları; peygamber ocağı olarak görülmektedir. İşte ilk sorunda burada başlıyor ve şu soruyu sormak gerekiyor: ``İnançlı olmayanlar için nedir pekâlâ kışlalar ?``
   Bir kavramın içini herkes farklı şekilde doldurabilir. O kavramın iç doygunluğu çoğunluk tarafından aynı şekil ve yöntemlerle doldurulmuşta olabilir. Bu, o çoğunluk içinde olmayan azınlığı yok saymak hakkı vermez.
   Günümüzde zorunlu askerliğin, kadına şiddetten sosyal birçok probleme zemin hazırladığı bilinmektedir. Varoluşu bu problemlerin oluşmasına yatkın olmayan ve kışla dışı hayatta da-yani esas yaşamda-sosyal, etnik, cinsi vb. sebepten ötürü ayrımcılık gören bireyler daha kapalı ve baskıcı bir ortamda stres dayanabilme eşikleri zorlanarak intihara sürüklenmekte veyahut daha pratik bir yöntem olan silahla öldürülmektedir. Daha kısa ve yüzeysel bir söylemle şöyle de diyebiliriz: Devlet tarafından öldürülmektedirler.
   Devlet tarafından öldürülen bu bireylerin ölülerine takılan ve ailelerini avutmaya çalışan bir sıfat vardır: şehit. Peki, burada daha önceki soruya benzer bir soru da sormak gerekir mi? Gerekir. O soru şudur: ``İnançlı olmayanlar için nedir pekâlâ şehitlik ?``
   Bir de ``eğitim zayiatı`` diye çöpe atılan bireyler için kullanılan bir kavram vardır. Günümüzde askerdeki şüpheli ölümlerin birçoğu bu terimle anılır. Hâlihazırda birçok asker ölümleriyle ilgili dava bu terim çerçevesinde dönmektedir. Burada herhangi bir soru sormuyorum. Zaten devam eden, tamamlanmış ve açılacak davalarda sorular soruluyor, soruldu, sorulacak.
   Mevcut kültürde, devleti bireyden üstün gören görüş ve insanın savaşma içgüdüsü militarizmi yaşatacaktır kuşkusuz. Ama bunu sistematikleştirmek ve bu yolda ilerlemek, sisteme kimyası uymayanları ya buhranlara sokacaktır ya da sıkıntılarının dışa vurumu olarak düşmanlaştıracaktır.
   İşte bu buhran sahibi ve kızgın çocukların aileleri (sadece ``anaları`` deyip ajitasyonda yapılabilir) hiçbir zaman ana akım medyada yer bulamadılar. Toplumdaki bu duyarlılık ``göstermelik`` niteliği taşıdıkça da yer bulamayacak.  
   Önemli olan görünür kılınana duyulan duyarlılık değil; görünür olmayanı, görünmesi istenmeyeni görünür kılmaktır. Yoksa televizyon karşısında, nck nck nck çekip, ``yazık`` demeyi ilkel bir dinozor türü olan-ki tüm dinozorlar ilkeldir-Bagaceratops`da yapar.

   Bugün acısı olanlar sadece oğulları PKK tarafından kaçırılan anneler ve aileleri değil. Birde oğullarının ruhları devlet tarafından kaçırılan anneler ve aileleri var. Hı, o ruhlar zaten sizin ve yarattığınız sistem için tehdit miydi ya da zayıf, etkisiz, değersiz miydi?  O da sizin faşizan görüşünüz.

4 Haziran 2014 Çarşamba

LEGO STADIUM 1














DÖNÜŞ

Siyah, lastikli defterin içinde koca bir evren
Her hissi içine alıp hisse dönüştüren bir evren
Benden hisleri anlatmamı isteyen bir evren
Böyle bir evrenden sonra İstanbul ağır geliyor
Böyle bir evrenden sonra beni tükürükleriyle karşılıyor İstanbul
Başka evrenlerde ağlıyor olarak algılanıyor
Kilometreler çoğalıyor
Kilometreler haftaya aynı gün daha da çoğalacak
Boş koltuklar arayacağım ağlamak için şehirlerarası otobüslerde
Alt katı mobilyacı olan binalar gibiyim
6.4’le bilemedin 7.2’lerde yıkılmaya müsait
Kendimden tiksinmek için daha çok vesikalık çektirmem gerek
Ya da daha uzun yaşamak bu ülkede.

3 Haziran 2014 Salı

GÜZELLİKLERLE AYNI DURAKTA İNİLEMEZ


   Fevzi, minibüse bindiğinde kolundaki dijital saat 08.43’ü gösteriyordu. Minibüste sadece şoför ve Fevzi’nin geniş zamanlarda denyo diye tabirlendirebileceği o an ise; her gün aynı minibüse binmesinden dolayı şoförle samimiyet kurmuş ve şoför yanındaki koltuğu kapmış şoförün yalaka arkadaşı diye adlandırdığı bir kişi oturuyordu.
   Fevzi montunun sağ iç cebinden cüzdanını çıkardı ve gideceği yol miktarı olan 1TL’yi cüzdanın derinliklerinde buldu. Bulduğu bu 1TL’yi şoföre “şöyle alın” diyerek uzattı. Sonrada gözüne daha önceden kestirdiği en arka koltuk bütünlüğünün koridor arkası diye adlandırabilinecek yere doğru oturmaya gitti ve oturdu. Ama oturma işlemi gerçekleşmeden önce beyninden ışık hızıyla o kadar yoğun düşünceler geçti ki bu düşüncelerin etkisi oturduktan sonrada kendini gösterdi. Fevzi’nin aklından geçen düşünceler “neden şoföre para uzatırken daha önce başkalarının da hatta tiksindiği kişilerin bile  para ve veya başka bir cismi karşı tarafa uzatılırken söylenen, aslı “şööle alın” olan “şöyle alın” kelime gurubunu kullandığıydı.”.  Ama bu düşüncesini bir anda sildi ve düşünmemezliğin verdiği rahatlığa ulaştı. Belki düşünmemezliğin verdiği rahatlık bir acıya dönüşebilirdi daha sonraları. İşte! İçi rahat olabilirdi artık çünkü hâlâ bir şeyler düşünüyordu. Evet. O bunları düşünürken minibüste hareket ediyordu ve minibüse her durakta Fevzi’nin küfür edebilmesini sağlayabilecek (içinden) 2-3 kişi biniyordu. Zaten küfrünüde ediyordu (içinden).
   Fevzi durakları sayardı (1,2…). Şu anda ise 6. duraktaydı minibüs ve birden Fevzi’nin ruhu kabardı. Aslında ruh nasıl kabarır bilmezdi Fevzi ama o an öyle hissetti ve ruhundaki durum ona kabarık geldi. Bunun nedeni ise; düz sarı saçlı, mavi gözlü, mavi dar kotlu (seksapellik yüklü), uzun siyah çizmeli, dar gömlekli (seksapellik yüklü) diye dış görünüm tarifine sahip olan bir kızın minibüse binmesiydi. Fevzi “bu kıza asla kadın sıfatını yakıştıramam herhalde “diye düşündü. Çünkü çok masumdu, özellikle bakışları bu masumluğun kefilliğini yapıyordu. Ama sonra seksüel ani bir düşünceyle, beynine kızın sevişme görüntüsünü (tabi ki kendisiyle) bir FULL HD LED TV netliğinde getirdi. İşte! Beyninin de bir mikser görevi üstlenip katkı sağlamasıyla kıza ,”kadın” sıfatını yapıştırabiliyordu. Aslında bir masumun sevişmesi onu diğer şeylerin sevişmesinden daha üstün  daha seksi ve en önemlisi daha acı kılıyordu. Zaten en önemlisi de buydu daha acı; daha seksi, en acı; en seksi.
   Kız, Fevzi’nin bir ön koltuk sırasından tam çaprazına oturdu. Gideceği yol miktarı olan 1TL’yi gideceği yer ismiyle beraber önde oturan yolculara devretti. Para arkadan öne doğru  koltuk arkasındaki tutmak için yapılmış olan demirlerin üstünden başka bir ele geçiyordu. Paranın bu yolculuğu Şoför ’ün eline geçince son bulacak ve herkes o andan itibaren sorumsuz kalacaktı. Yalnız bu sorumsuzluk ne bir mutluluk ne bir üzüntü getirecek, herkes sorumsuzluk içinde “duygu sorumsuzu” da olacaktı. Bu ortamda tek sorumlu olabilirdi o da; koltuk arkasındaki tutmak için yapılmış olan demirlerdi. Çünkü onlar buna hep alışıktı. Üstlerinden her gün onlarca bozuk veya sağlam para geçer ve hiçbir zaman o paralara sahip olamazlar, ”olsun” deyip paraların arkasından el sallamaya kalkarlar ama sallayamazlardı. Peki, bu onları sorumlumu yapıyordu? Hayır. Onları sorumlu yapan el sallamayı düşünmüş olmalarıydı. Aslında bu da onları sorumlu yapmıyordu. Bu, onları başka bir şey yapıyor ama dünya üzerinde bunu açıklayabilecek bir kelime olmadığından ve bu varolmayan kelimeye en yakın kelimede “sorumluluk” olduğundan sorumlu damgası üzerlerine yapışıyordu. Onlar bundan memnun olsa da olmasa da yapışıyordu.
   Bu sırada Fevzi’nin düşleri de devam ediyordu;
   Artık düşte kızla sevilişmiş, aradan saatler geçmiş, yatakta birbirlerine sarılmışlar, kız elini Fevzi’nin göğsüne koymuş masumca uyuyordur. Sonra kız uyanır. Zaten heyecandan  uyuyamayan Fevzi’nin kızarmış gözleriyle uyku sersemliğini atar ona sarılı bir biçimde. Ama hiç konuşmazlar. Sadece ruhlarını gözleriyle konuşturur ikisi de. İşte bu! Konuşmamak. En iyisi de bu değil midir? Ruhları öldüren kelimeler kurup beyinde, ağız yoluyla dışarı atmak her zaman derine inmeye olanak sağlattırmamak. Suçlu değil midir konuşmak yeri geldiğinde?
   Ve minibüs tümsekten geçince arka tarafta oturanlar, tümsekten geçmenin şiddetinden nasibini daha fazla alarak dağılırlar. Arka tarafta oturanlardan biride Fevzi olduğu için hayalimsi düşüncesi de onunla birlikte dağılır.”MERHABA GERÇEK DÜNYA, MERHABA
YALAN –DOLAN-BOŞALAN-FALAN”.
   Fevzi, kızın beyninde görüntüler şeklinde oluşması için, gözlerinin yardımıyla tekrar kıza bakar. Gözlerde mağrur bir köle edasıyla kıza doğru çevrilir ve beyine yıldırım telgraf çekerek görüntüyü oluştururlar. Ama Fevzi kızın suratını tam göremez. Oysaki kız minibüse binerken ne de güzel görmüştü, o güzel suratı. Bu yüzden böyle güzel bir surat gördüğü için tekrar görmek ister. Sanki suratını hiç görmese kızın merak etmeyecektir. HAYIR, merak edecektir. Sadece saç gözükse, surat merak edilmeyecek midir?...


…Fevzi’nin gıcık olduğu yanındaki şişko adam da minibüsten iner. Fevzi, bu şişkonun inmesinden hoşnut kalır çünkü o şişko Fevzi’nin yanında otururken çok rahatsızlık vermiş koca kıçını toplayamama beceriksizliğini göstermiş ve Fevzi’nin uzun ceketinin bir bölümünü de kıçıyla kapsamıştır. Bütün bunlarda Fevzi’yi rahatsız edecek bir durum oluşturmuştur. Fevzi’ye ne kadarda uzak durumlardır; şişkoluk ve kiloyla alakalı durumlar. Sadece sokakta kilolu kişilerle karşılaşmış, ara sırada haber bültenlerinde kilo sorunuyla alakalı haberlere rastlamıştır. Bir an kendisinin de kilolu olduğunu düşünür; of ne kadarda zordur. Bir yandan dünyayı taşımak tek başına zorken artı bir de koca bir kıçı taşımak.
   Fevzi’yi minibüsün durduğu her durakta bir korku kaplamaktadır. Aslında tam bir korkuda değildir hissettiği. Endişedir belki, ``kız ya bu durakta inerse” endişesidir. Pekala, aynı durakta inerlerse ne olacaktır bir şey mi olacaktır? Belki kızın bir an önce inmesi daha iyi olacaktır. Çünkü aynı durakta inerlerse Fevzi; kıza daha yakın olacağını ve daha yakın olupta bir şey olmamasının, uzak olupta bir şey olmamasından daha acı olacağını düşünür. Düşünmez aslında bilir. Ama yine de kafasında hayalimsi senaryolar döner.
   Fevzi, kızla aynı durakta indiğini hayal eder: Minibüsten ilk önce Fevzi iner, kızda arkasından. Fevzi, kıza hiç bakmamaya çalışırken birden arkadan bir el uzanır ve elini tutar. Fevzi’nin elini tutan el kıza aittir….Fevzi kurduğu bu hayali bozar. Gerekçesi ise çok basit ve saçma olmasıdır….Ama Fevzi hayaline bunu da ekler. Kıza döner ve ”Şey.(nefesi boşalır içine doğru). Biraz önce ne düşündüm biliyor musun?” der. Kıza kurduğu ilk cümlesi bu olur. Nasılsa hayaldedir, bu yüzden her şey bir film sahnesi gibi ilerleyebilir. Hayal Dünyası’nın tanıdığı haklardan biride budur; her şey filmlerdeki gibi ilerleyebilir, mekânlar filmlerdeki gibi şekillenebilir. Normalde kurulmayacak, yüksek ve felsefi laflar edilebilir. (bkz. Mekânı Cihangir olan filmler). Aslında hayallerde filmlerin bir yansıması değil midir? Filmler izlenir ve imrenilir (Cengiz İmren’e ne oldu bu arada acaba?). Yaşananlar ne kadar da güzel gelir, ağlamalar bile güzeldir filmlerde; salya ve sümük olmaz (son dönemlerde Med-Cezir dizisindeki güzel oyuncu Serenay Sarıkaya’nın ağlarken akıttığı sümüğünü saymasak). Oysa normalde öyle midir? Hayır! Salya ve sümük kendilerince ağlamanın en güzel baharatı olurlar ama ağlayanın görüşüyle salya ve sümük ikilisinin görüşleri uyuşmaz. Ağlayan kendisinin filmlerdeki gibi ağlamadığını görünce ağlama biter ve kendinden tiksinme durumu başlar. Kendisini yeterli görmez ağlama konusunda ve olmayan kameralardan utanır, güzel oyunculuk sergilemediği için. Aslında olmayan kameralarda kendisidir. Yani kısaca kişi kendini çeker ama oynayacağı konuların senaryosunu başkaları yazar. Senaryoya uymazsa da kendini ağlayacak şekilde çekerken bulur.

 
   Fevzi’nin yanına yani şişko adam gittikten sonra boş kalan yere mavi kumaş pantolonlu, beyaz gömlekli, kırmızı yelekli, 60’lı yaşlarda bir adam oturur. Adam siyah, sitili hâkim çantasına benzeyen çantasını kucağına alır. ”Şunlara bak, adam soymaya yer arıyorlar” der adam Fevzi’yi ve kendi solunda oturan hafif bıyıklı adamı kapsayarak.  ”İki adımlık yola gidicez aldıkları paraya bak. Çakallar.” diye devam ettirir konuşmasını.
   ``Hayır bide ne bilet ne fiş veriyorlar, bunlar vergi vermiyor mu yahu?``
Yandaki bıyıklı adam atılır: ``E naapacan böyle bunlar.``
   ``Ama olur mu yahu. Hadi parasını geçtim; bileti yok, fişi yok, denetleyeni yok, yasası yok. Yasası yok olduğu içinde şikâyet edeceğimiz yer yok.``
   ``Şikayet edecek yer olsa ne olacak, ilgilenecekler mi? Bak amca ben polis memuru emeklisiyim bi keresinde araçları denetimden geçirirken baktım 2-3 Halk Otobüsünde bilet yok not ettim plakalarını gittim karakoluma şikayet etmeye, söyledim böyle böyle diye. Ben anlattıktan sonra sordular ”bi şey var mı başka“ diye. Yok dedim ben de. ”Bunların hepsiyle ilgilenirsek işimizi yapamayız “dedi genel amir, sırtını çevirdi gitti. Sonra ben nasıl utandım nasıl. Allah’tan 2 ay sonra başka karakola bağlandım da enayi damgası taşımaktan kurtuldum. Yoksa duramazdım orada ben.``
   ``E haklısın evladım, ilgilenen yok tabi. Bak ülkeyi ne hale getirdiler. Görüyoz hep. Ama bu bizim insanlarımızın özelliği de böyle biraz. Umursamazız biz umursamaz. Bi************


   Kız artık ineceği durağa gelmiştir. ``Müsait bi yerde`` der, ayağa kalkar. Şoför minibüsünü durağa yanaştırır. Kız hızlı bir biçimde minibüsü terk eder. Aslında kızın yaptığı minibüsten inmektir ama bu eylem Fevzi’ye terk etmek gibi gelir. Bu sırada Fevzi’nin yaptığı tek eylem ise mal mal bakmaktır.


   Akşam olmuştur. Fevzi eve girer, yanında boktan dünyaya karşı boktan düşünceleriyle ve BİM `den aldığı iki buçukluk Le`Cola`yla beraber. Elindeki poşeti mutfak tezgâhının üstüne bırakır. Ardından hiç bir şey yapmadan salonda duran kırmızı ve siyah renklerinin hakim olduğu oturma takımının en küçük üyesi olan tekli televizyon koltuğuna oturur ama bunu yaparken tek başına değildir. Boktan dünyaya karşı boktan düşünceleri de onunla beraber oturur ve beraber düşünürler. Ama kim bilir ne düşünürler.
   Bir müddet sonra düşünmekten sıkılır Fevzi ve gün içindeki yenilmişliğini (en azından Fevzi, o an için öyle hissetmektedir) gidermeye çalışır. Yani direkt yok etmeye değil de gidermeye çalışır. Belki direkt yok etse yaşamasına gerek kalmayacaktır. Ama yaşayamayacak kadar cesaretsizdir Fevzi. Hemen salondaki çalışma masasının üstündeki bilgisayarının başına geçer. Önce yerdeki beyaz uzatma kablosunun fişini duvardaki prize takar, sonra bilgisayarın kasasındaki yuvarlak mavi HP logolu açma düğmesine basar. Microsoft Windows XP yazısının altındaki uzuncana ovalleşmiş dikdörtgensel boşluktan mavi parçalar sağa doğru ilerler. ”Acaba güney yarım kürede Windows başlatılırken sola doğru mu ilerlemektedir bu küçük dijital spermcikler” diye düşünür Fevzi, biraz da dalga geçercesine. Fevzi bunları düşünürken masaüstü açılır bilgisayarda. Masaüstündeki mavi “Uzay Girdabı” bir aydınlık oluşturur Fevzi’nin suratında tabi ki Fevzi’nin istediği suratında bir aydınlık oluşturmak değildir, bunun için açmamıştır bilgisayarı. İçindeki yenilmişliği aşmak ve ruhunda bir aydınlık oluşturmak için açmıştır.
   İlk önce e-maillerine bakar Fevzi, işine yarar bir şeyle karşılaşacağından değil ya bakar yine de.
   2 tane yeni maili vardır. Bunlardan biri eski bir arkadaşından gönderilmiş komik bir karikatürle süslenmiş espirili bir yazı, diğeri de Koton’dan  % bilmem kaç indirimli yazılarıyla desteklenmiş, reklam yani avantajlı olduğunuzu zannederken sikme mailidir. İki maillede baktıktan sonra siler Fevzi. Ardından bilgisayarı açma amacını fiilen uygulamaya geçer.
   Bilgisayarım - Yerel Disk (C:) - Program Files - Xerox – nwwia – Fevzi1 yolunu bilgisayarda iç içe geçmiş klasörlerle izleyerek daha önce internette pornografik sitelerden kopyalayıp-yapıştırdığı fotoğraflar ve indirdiği videolarla dolu yere gelmiştir artık Fevzi. Bilgisayarını açmasındaki amaçta budur zaten.
   168 klasörlü pornografik diyarda, 45 klasör arasında gezinti yaptıktan sonra nihayete aslen İsveçli olan Amerikalı porno oyuncusu Puma Swede`in klasöründe ulaşır. Puma Swede, Fevzi`nin uzun yıllardır takip ettiği porno oyuncularının başını çekmektedir. Asıl adı Johanna Jussinniemi olan bu oyuncu Fevzi`nin adeta liste başıdır. Fevzi`nin liste başı olmaksa öyle her oyuncunun harcı değildir. En azından Fevzi beğenisinin yüksek olduğunu düşünür.


… Her zamanki yenilmişliğini bastırma yöntemini denemiştir Fevzi. Elindeki gazete kâğıdını katlayarak mutfaktaki çöpe atar ama attığı sadece gazete kağıdı değildir.
   Sabah olmuştur. Havanın güneşli olduğu bellidir Fevzi’nin yattığı yerden. Pencerenin kornişe asılı beyaz güneşlikleri güneş ışığın etkisinden dolayı hafif turuncu gözükmektedir.
   Fevzi’nin karnında bir ağrı vardır. Rahatsızlık verici ve uyuşturucu bir ağrı. Rahatsızlık verdiği için mi uyuşturur; yoksa uyuşturduğu için mi rahatsızlık verir orası bilinmez.Hemen tuvalete gider Fevzi, klozete oturur. Kalın bağırsağında yer alan çekum, kolon ve rektum işlevini gerçekleştirir. Artık karnının ağrısı geçmiştir. Kıçını siler, nemli donunu çeker eşofmanlarını çekmez ve o şekilde klozetin karşısındaki duvara monteli kalorifere uyuşmuş ayaklarıyla birkaç adım atar sonra nemli donunu kalorifere yaslar; böylelikle donunu kurutmuş olacaktır.


   Saat 9.43, Fevzi kardeşi Nermin’e uğramak için giyinmeye başlamıştır. Dolaptan aldığı siyah gömleği ve gri pantolonu dolabın yanındaki sandalyeye bırakır. Pencereye doğru yönelir. Dışarıdaki insanlara ve binalara bakıp onları şu an görmesinin nedenini sorgular. Nerelerden geçip neler yaşayıpta şu an bu pencereden dışarı bakıp burada bulunmaktadır. Başka şeyler yaşayıp başka yerlerden geçseydi şu an nerede olacaktım acaba diye olamayacağı o yeri, göremeyeceği için kendini bir tuhaf hisseder, hüzünlenir. Ama şu an orada olsaydı da yine de şuan bulunduğu yeri, şu an düşündüğü şekilde düşünecek, bu seferde şu an bulunduğu yere hüzünlü bir merak duyup düşüneceğini, bilmektedir. Bu şekilde düşünürken dışarıda, sokakta tek kale maç yapan çocuklardan, Brezilya Milli Takımı`nın eski golcü futbolcusu Ronaldo’nun 9 numaralı sarı Brezilya Milli Takımı formasını giyeni kale işlevi gören Huzur Apartmanı’nın özel otoparkının sürgülerinin 90’ına kendi tabiriyle “takar”.


   Fevzi dışarı çıkar. Apartmanın önünde yukarıya doğru havaya bakar. Havada ona “Bak bu günlük affediyorum ama mevsimim itibariyle ben de sertleşeceğim ben de acımayacağım o yüzden ileriki günlerde dışarıya daha kalın bir montla çıkmalısın” der. Fevzi yoluna devam eder.


   AKBİL’ini basar-daha doğrusu okutur ama basmak tabiri AKBİL’le özleşmiştir artık. Yapabileceği bir şey yoktur- otobüse biner Fevzi. Şoförün arka hizasındaki koltuk sürüsünden yani otobüsün sol hizasından 2. sıradan cam kenarına geçer, diğer bir deyişle eskiden gazi ve erlerin oturmasının uygun görüldüğü yazıların, metalik bir düzlemde, yazın biçiminde belirtildiği ön iki koltuğun arkasına oturmuştur, ama o yazılar yoktur artık yada Fevzi, o otobüslere binmiyordur, daha doğrusu denk gelmiyordur.
   Otobüs hareket eder. Aslında otobüs kendi inisiyatifiyle hareket etmez. Otobüsü, her zamanki gibi çirkin mavi gömlekli ve gömleğinden daha da çirkin bir şoför harekete geçirir.        
   Fevzi’nin yanına kimse oturmamıştır. Otobüsteki tek gazi Fevzi’dir o an. Arkasındaki iki genç kız, genç kız muhabbeti yapmaktadır. Otobüs yeni duraklarda durmak için yol almaktadır.