30 Temmuz 2025 Çarşamba
Kutsal İncirin Tohumu
29 Temmuz 2025 Salı
Conclave
28 Temmuz 2025 Pazartesi
Propaganda
27 Temmuz 2025 Pazar
Eski Türkiye Firarda
Acun Ilıcalı ve Şahan Gökbakar arasında bir süredir laf dalaşı var. Tabi ki de Şahan Gökbakar mizahçı yapısıyla ve zekasıyla bu laf dalaşında üstün durumda.
Acun bu üstünlüğün farkında olacak ki sahibi olduğu kanalın magazin programında Şahan Gökbakar'ın bir buçuk sene öncesinde iddialara detaylı açıklama getirdiği Marmaris'teki arazisi ve önündeki iskelesi için çıkan haberleri tekrar gündeme getirmiş. Zaten daha önce çıkan bu haberler de aslında Şahan Gökbakar'ın hükümet karşısındaki tutumu yüzünden ortaya çıkartılmıştı.
Burada iki tane etik tartışma durumu ortaya çıkıyor aslında.
Biri; kendi şahsi görüşleri ve ilişkileri için sahip olunan televizyon kanalının -yani imkanların- kullanılması doğru mu?
Bir diğeri ise; Issız bir lokasyonda, yetkili mercilerden izin alınmış şahsi alanı için düzenleme yapan biri için “halkın alanı olan sahilleri gasp etti” diyerek yapılan haberin ardından; halkın kolayca ulaşabileceği sahillerin birileri tarafından çevrilip, şemsiye, şezlong, alan kullanımından yüksek ücretler aldığı, halkın olan sahilleri gasp eden işletme adı altındaki yerlerde eğlenen ünlülerin haberini yapmak tezat değil mi?
Gerçi gerici-baskıcı-yobaz rejimin yanında yer alan “ben diktatörümüzü seviyorum” diyen bir insandan etik bir davranış beklemek ne kadar doğru ve sağlıklı olur belli değil? Cevap vereyim: En fazla enayilik olur.
Acun Ilıcalı, eskiden televizyonlarda yaptığı dünyanın çeşitli yerlerinde gezip sokaktaki güzel kızlara “havmaçiscekıt, havmaçissikört” diye giysi kombinini sorduğu, sahillerden seksi pozlar yakaladığı Acun Firarda programını acaba şimdi yayınlatabilir miydi o çok sevdiği rejim yüzünden? Yoksa bu da mı çok safça bir soru?
11 Temmuz 2025 Cuma
Bir Büyük Spotify Meselesi
Spotify'ın, Türkiye'den çekilmesi (yani -esasen- kapatılması) gündemde (ciddi ciddi). Bunun tek bir ana yere dayanan birçok tâli nedeni var (olabiliri geçtik çoktan)
İşte o birçok nedenler:
1
Spotify'ın sektördeki liderliği, diktatoryal rejim destekçisi diğer markaları geride bıraktı. Geride kalan bu markalara da dolayısıyla sermaye aktarımı yapılamadı ve kazanç sağlayamadılar.
2
Diktatoryal rejimin kendi istediği ve gerçekleştirmeye çalıştığı kültürel yapıyı seneler içerisinde oluşturamadı kendilerince. Burada Spotify'da işin müzik kısmında kalıyor. Tek hamlede birçok (çoğunluk) muhalif ismin dinlenmesi, insanlara ulaşması ve maddi kazancı düşecek böylelikle de -hatta rejim yanlısı isimlerin (“sanatçı” değil, özellikle “isim” diyorum) bile-. Tabii ki Türk sanatçıların yurtdışında bilinme-tanınma imkanı olasılığı da düşecek. Müzik kültürün yansıtılmasında, ülkenin tanıtımında günümüzde önemli bir yer kaplamaktadır. Bakınız Güney Kore'nin K-Pop ile neler yaptığına global mânâda. Spotify'ın Türkiye'den çekilmesi kültürel bir darbedir. O vakitten sonra azalan turist sayılarını izlemeye başlayabilirsiniz.
3
Rejim karşıtı insanların sığındığı, moral ve cesaret bulduğu şeylerden birinin müzik olduğunu da biliyor, rejim. Onların moralini daha nasıl düşürürümün uygulamaları tüm bunlar, tıpkı Wattpad ve Discord'da yapıldığı gibi.
4
Bu rejimin amacı zaten şeriata geçmek ve şeriat rejimlerinde özgürlük, müzik ve diğer sanat dallarına yer yok. Sanatçı (sanatla ilişik meslek sahibi değil; tavra sahip olan kişi; gerçek sanatçı), genel-geçer olmayandır. Şeriatta ise tek tipleştirme vardır. Sanatçıya düşmandır bu yobaz anlayış.
Tabi bu nedenler, dile getirilmeyenler. Spotify'ın çekilmesi-kapatılması için bahane gösterilen neden ise Emine Erdoğan'ın adının geçtiği mizahi başlıklı çalma listeleri (mizaha da -yani kültüre- açılmış bir savaş var ayrıca). Spotify'da bu durumda rejimin istekleri yerine kullanıcıların özgürlüğünü savundu ve ipler orada koptu.
Spotif gibi uluslararası şirketler özgürlüğün ve adaletin olmadığı yerlerde dükkan açmak istemezler çünkü ekonominin gelişmesi için en önemli etmenler bunlardır (bkz. en son Nobel Ekonomi Ödülü'nü alanlar bunu formülize etti). Düşünün: Siz Afganistan'da dükkan açmak ister miydiniz? Müzikten örnek verecek olursak: Bazı insanlar bilmez ama bir zamanlar bu ülkede Rolling Stones ve Billboard gibi önemli müzik dergilerinin Türkçe edisyonları vardı ve onlarda dükkanlarını kapatıp gittiler. Müzik üreticileri ve tüketicilerine ise biraz daha rengi azalmış bir ortam kaldı. Spotify piyasadan çekilirse eğer müzik ve etrafındaki işlerle ilgilenen herkes biraz daha fakirleşecek -ki zaten istenen bu-.
Yani yıllardır -geçmişte- olduğu gibi haklarımız ve özgürlüğümüz için irade göstermediğimiz sürece elimizdeki her şeyi faşizan yöntemlerle alacak bu sistem-bu mevcut rejim. İsteyen sussun hâlâ ama kıçındaki donu da, sevdiği eşi-sevgilisi de, diploması da, evinin tapusu da alındığın da şaşmasın o vakit.
9 Temmuz 2025 Çarşamba
Suskunlar
Bu rezil dönem sona erer ise eğer en çok da şu an “çok konuşma, çok yazma, çok göze batma, başın belaya girer” diyerek susanlar-tepki göstermeyenler; sustukları-tepki göstermedikleri yetmezmiş gibi bizim iyiliğimizi düşünür gibi gözüken korkaklar sevinecek, ülkeyi kendileri kurtarmış gibi reklamlarını yapacaklar; sanki bu rezil dönemin yaşanmasına tepkisizlikleri ve suskunlukları sebep olmamış gibi. Bizim ise bu rezil dönemi yaratanlarla uğraştığımız yetmezmiş gibi bir de bunlarla uğraştığımızdan pek sevinecek enerjimiz de kalmayacak, sona erer ise bu rezil dönem.
7 Temmuz 2025 Pazartesi
Leman
Kurt, kuzuyu yemek için iş başında yine.
Leman Dergisi'nin mevzubahis karikatürden bir suç üretemeyince, başka bir yöntem deneyelim demişler yobaz seviciler. “Mâli kaynakları şuradan, fon almışlar, maşa olmuşlar, dış mihrak bunlar, cart-curt” diyerek illegalize etmeye çalışacaklar önümüzdeki günlerde Leman Dergisi'ni -tıpkı daha önce Gır-gır'a yaptıkları gibi-. Zaten şimdiden 4 Leman çalışanı tutuklandı hukuksuzca.
Karikatür bahane; esas olan karşılarında yıllardır sıkı ve gerçekçi bir muhalefet yapan karikatür camiasını yok etmek, özgürlükleri gasp etmek ve burayı daha da yaşanılmaz bir ülke hâline getirmektir.
Ayrıca yıllardır söylenen “toplum, okuduğunu anlamıyor” söylemi de güncellenmeli. Şöyle olmalı:
Toplum, okuduğunu-çizileni-duyduğunu-gördüğünü anlamıyor zaten anlamak da istemiyor; sadece işine ve çıkarlarına uygun çıkarımlar yapıyor.
Yıllardır ülkenin en önemli sanatçılarının parladığı-adını duyurduğu (mesela Cem Yılmaz) kültür ve mizah alanında önemli bir yer kaplayan Leman Dergisi, bu bilinçli linç sürecinde gerici ve yobaz kültüre meze edilmemeli, arkasında durulmalıdır.
24 Haziran 2025 Salı
Abluka-Sabuk İşler (İşsizlikler)
Maalesef polis ve polisçilik oynayanlar göremedi-anlayamadı onlar da daha az mesai yapsın, hakettikleri ücretleri -emeklerinin karşılığını- alsın; çocukları daha özgür yaşasın, ileri de cinsel kimlikleri veya söylemleri yüzünden dışlanmasın, hapse atılmasın; anneleri, babaları, çocukları ve kendileri gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarıyla yan yan geldiğinde sefil bir fenotipe ve akıl-ruh sağlığına sahip gözükmesin-olmasın diye direndiğimizi. Bundan sonra da görebileceklerini düşünmüyorum zaten, ortada kör bırakılmış bir halk varken, onur-erdem gibi kavramlar yok edilmişken.
Şimdi ise az para ve çalışma koşullarının berbatlığından söz ediyor, sosyal medya platformlarında etkileşim yaratarak gündeme gelmek istiyor polis. Eh! Geç oldu artık.
Polis “Abluka” isimli performans sanatını izletiyor şu sıralar farklı şehirlerde bizlere. Ancak bu performansın adı “Kabak Tadı veyahut Emir Kulunun Zavallılığı” olarak değiştirilmeli.
Aslında ablukaya alınan herkesin hayatı ve “herkes” kavramı, polisi ve polisçilik oynayanları da kapsıyor. Yani kendi kendini ablukaya alanlar var. Bunun son örneğini ise (F)akit isimli rezil oluşumun, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek'in ölümünden sonra kötü niyetle çizilmiş karikatürünü eleştirmek-protesto etmek için toplanan insanlara polisin her zamanki gibi düşmanca tavırlarla “emir kulluğu” oynamasında gördük.
Diktatoryal rejimin maşalığını yaparken polis, polis olmayanlar nasıl savunsun şimdi polisin hakkını.(Soru işareti (?) yok; nokta (.) var).
Ağır çalışma şartları altında ezilen, emeğinin karşılığını alamayan, hukuksuzluğa ortak edilerek itibarı düşürülen polislere hakettikleri yaşamı sağlayabilmeleri için tavsiyem ise; anayasal olan protesto-eylem gibi haklarını kullanmaları ve iş yavaşlatmaya gitmeleri olur. İş yavaşlatmaya ise anayasal haklarını kullanarak eylem-protesto yapanları keyfi ve hukuksuzca dövmeyerek, gözaltına almayarak başlayabilirler. Zaten bu aslında iş yavaşlatma olmayacak; olması gerekenin dışına çıkmama olacak. Hukuksuz emirleri uygulamasınlar yeter. Kolay yani.
5 Haziran 2025 Perşembe
Türkiye'de Sanat-Sepet ve yine Türkiye'de Kitap ve Edebiyat
Her şey iç içe geçti.
Eskiden aynadan yansıtmaçlı fotoğraf çekmek “kezbanlıktı". Artık herkes böyle fotoğraf çekiniyor. Herkes kezban oldu.
Ya da sanat-sepetle ilgilenen kişiler, öyle “ciks" diye nitelendirilen, sanatın ruhsallığa hitap eden yönüyle hiç bağdaşmayan gece kulüplerine takılmazdı. Bir tavrı vardı sanatla ilgili olanın. Bir yandan da günümüzde (geçmişten günümüze gelişe gelişe gelen) sanatla ilgisi-sanatçı ruhu olmayanlar da sanatın itibar kazandıracak bir şey olduğunu keşfetti ve sanatla ilgili gözükmeye çalıştı. Bir yerden sonra bu kitle, sanatla gerçekten ilgili olan, sanatçı ruhlu kişilerin sayısını geçti. İstanbul'u işgal eder gibi sanat çevresini de işgal edip kendi âvam kültürünü buraya zerk etti, sanatı da tüketilir hâle getirdi, sanatı Instagram postu formuna soktu, sanatın niteliğini düşürdü bu kitle. En acısı da bu işgalci kitleye “sanatçı” ve “sanattan anlayan” denildi.
Aynı kitle edebiyat dünyasında da mevcut. Türkiye'de kitaba ve edebiyata olan yaklaşım son yıllarda toplumdaki âvamlaşmanın aksine bir "Beyaz Türkleşme" direnci olarak gözükse de bu beyazlaşma çabasının olması bile işin özünde bir âvamlığın olduğunun göstergesidir -tıpkı dj setine sahip olmanın da modernlik algısı yaratmada yardımcı bir öğe olması gibi son yıllarda-.
Artık bir ülke karakteri hâline gelmiş "aman ağzımızın tadı kaçmasıncılık" ve "körler-sağırlar, birbirini ağırlarcılık" pek tabi ki edebiyat dünyasında da hâkimdir.
Bir de “ağzımızın tadı kaçmasıncılığın” edebiyatın sektörel kısmına sirayet etmiş hâli mevcut günümüzde.
Şöyle ki:
Birçok kitabevi, Emrah Serbes, Ali Lidar başta olmak üzere birçok kitabı olan ismin skandalı olunca, skandalı olan isimlerin kitaplarını raflardan çekmiş ve satmamıştı, tepki göstermekten çok duyarlı gözükeyim de reklamım olsun ayağına.
Şimdi ise sormak isterim, yaşamsal bir tehdit altındayken, özgürlükler yokedilirken, diktatoryal rejim faşizmin tüm tuşlarına basarken, tüm bunlara karşı başlatılan bir direniş formu olan boykot devredeyken, acaba daha önce bir-iki yazarın kitabını boykot eden yayınevleri, kendi yayınlarından çıkan kitapları hâlâ D&R veya boykot edilen diğer yerlerde satmakta mı, bâzı yazarlar kendi inisiyatifleriyle ve maddi kaygıları da düşünmeden (Türkiye'de birkaç yazar veya başka işlerle de uğraşan yazarlar hariç yazarlar çok para kazanmıyor-kazanamıyor) kitaplarını buradan çekerken?
Benim gördüğüm devam etmekte bu satışlar. Demek ki bu ünlü-ünsüz yayınevleri, gelecekteki varoluşlarını düşünmüyor.
Bir kitabın çıkabilmesi, bir yayınevinin ayakta kalması öncelikle ifade özgürlüğünün olduğu ortamlarda mevcuttur ama ifade özgürlüğü, faşizan rejimlerde mümkün değildir. Bu mümkünlük olmadığı sürece kitabevleri nitelikli eserler çıkartmayı geçtim; kitap çıkartmaz. Dolayısıyla da o çok önem verdikleri parayı da kazanamazlar. Yani kitabevlerinin ayakta kalabilmesi için sermayeden önce özgürlüğe ihtiyacı vardır.
7 Mayıs 2025 Çarşamba
Punk 401
Önemli olan çok şeyin olması değil; huzur verici şeylerin olmasıdır
Enerjisi sistem tarafından yok edilenlerin önüne, yine aynı sistemin işleticileri imkan sunar, “bak önüne imkanları sunduk ama sen kullanamıyorsun" demek ve daha da değersizleştirmek için
Oysaki o enerjisizlerin ürettiği değeri yok saydığınız için enerjisizler zaten
Mesela ben
Askere gitmedim (bedelli) ama iki cephede de savaştım
Gezi ve Saraçhane
Üstelik kimsenin komutasında olmadan
Siz henüz yola çıkmamışken ben daha da ileri gidiyordum yani
Çok fazla konuşmuyorum
Suskunların yarattığı tahribatı gideriyorum
Her şey şaka gibi ama 1 Nisan'dan dolayı değil
Kendimi gerçekleştiremeden öleceğim çünkü buna izin vermeyecekler ama en azından kimsenin kuklası olmayacağım
Zaten izin vermemeleri de bu yüzden
Çıkış yolu diye sundukları yolun sonu sistem kapanına çıkar
Öfke ile saldıranın karşısında, öfke kontrolü sağlanması beklemek ahmakça
Günler ise piyasaların değil; erdemliliğin döviz talebini karşılamakla geçer, evcilik gibi “emir kulluğu” oynarken bazıları
Günlük parmak sallama ihtiyacına sahip olanların parmağı ise götüne sokulacak
Özgürlüğümü gasp eden küfrümü tadacak
Her devrin insanı olmayı -ki onlar “adamı” der- “akıllılık” olarak görenler de dâhil
Olsun
Erdem, direnç meselesidir günümüzde nitekim
1895'i hicrî düşünün
Al sana Punk 401
Gel bi de buralarda punk ol
Buralarda punk olan esas punktır zaten
6 Mayıs 2025 Salı
Deprem ve Cehalet
Biliyorum. Çok klişe oldu artık cehaletten bahsetmek ama ayağımıza bu kadar da ve her konuda takılan başka bir kavram da yok gibi neredeyse günümüzde.
Pandemiye inanmayanlar şimdi de Büyük Marmara Depremi'nin olacağına inanmıyorlar. Bu aslında çaresizliğin göstergesidir. Çaresiz bırakılan-olan insan her zaman cehalete meyilli olur.
Bir de cehalet popülasyonunun yüksek olmasını isteyenler var. Cehalet düşünmemeye; düşünmemek de ses çıkarmamaya sebep olur. Cehalet istedikleri düzeyde olmadığı için de bunlar (yönetemeyenler, toprak satanlar...v.b.) “beklenen büyük deprem olsa da Kanal İstanbul Projesi'ne itiraz edecek insan kalmasa” şeklinde düşünüyorlar olsa gerek.
Aslında yapılması gereken İstanbul'dan göçmek ama bu mevcut hükümetin yöntemleriyle olacak bir şey değil. Mevcut hükümet bir yer gösteriyor ve göçecek olanların sosyal ve kültürel yaşam koşullarını gözetmeden “buraya gideceksin” diyor, hep o süregelen dayatmacı tavrıyla; ya da sağlam olmayan evi yıkıp, yerine yine depremde yıkılacak ve metrekare olarak öncekinden daha küçük bir ev yaptırıyor, belli bir ücret karşılığında.
Evet. Göç olmalı İstanbul'dan ama bu insanların istediği yere, istediği sosyal-kültürel ortama yaptığı bir göç olmalı. Çünkü ortada güven vermeyen, kültürel bir asimilasyon yaratmaya çalışan, adımlarını deprem güvenliğinden ziyade ranta göre atan bir hükümet var.
Kısaca işimiz çok zor.
22 Nisan 2025 Salı
Mavi Orduculuk
Bir süredir (yıllardır) güvenlik güçleri “emir kulluğu” piyesi sergilemekte ülkede. Protesto-eylem yapmak, hak aramak beraberinde dayak yeme ve hapse tıkılma riskini de getiriyor. Bunun normal olmayışı da unutturulmaya, gösterilmemeye, bahsedilmemeye çalışılıyor, “emir kullarına”, emri verenler tarafından.
Birçok okul-üniversite protestolarında güvenliğin de artık “Mavi Orduculuk” oynadığını görüyorum. Eylem yapan gençlerin üzerine yürüyorlar, tartaklıyorlar, “kes sesini” falan gibi cümleler kuruyorlar, bu eylemlerin aslında ne yapıp-yapamayacağını, ne söyleyip-söyleyemeyeceğini direten baskıcı rejim ve kültüre karşı olunduğunu idrak edememiş bir halde. Üzerine yürüdükleri, tartakladıkları, bağırdıkları gençlerin onun da çocuğu daha iyi bir gelecekte yaşasın diye, daha iyi çalışma koşulları olsun, hakettikleri ücretleri alsın diye uğraştığının-direndiğinin farkında değil güvenlikler. Evcilik gibi “emir kulluğu” oynama modası-merakı var şimdilerde ve bu virüs gibi sirayet ediyor kumaşında faşizanlık bulunanlara. Bu sadece diktatoryal rejimin değil; kültürün de değişmesi gerektiğinin bir göstergesidir. Her gün birilerinin parmak sallaması mevcut kültürün olmazsa olmazı haline geldiği için de bir yandan bu gençlerin ve genç kalanların öfkesi.
Bir de polisin hayali yasak çıkarma âdeti başladı. Bir şeyler hoşuna gitmediği için protesto ve gösteri yapanların söylemleri üzerine -sırf hoşlarına gitmedi ve “emir kulu” oldukları için- hoparlör ile “kapayın çenenizi” minvalinde anons yapıyorlar, var olmayan bir şeyi (hiçbir yerde yazmayan-kanun olmayan) “suç” diye lanse ediyorlar. Esas suç budur. Yani, yanıltıcı bilgi vermek ve bunun üzerinden tehdit etmek. Gerçi bu Mavi Ordu'yu oluşturanların da tam olarak amacı bu. Tıpkı Hitler'in Kahverengi Gömlekliler ve ardından yarattığı Siyah Gömlekliler'i gibi.
14 Nisan 2025 Pazartesi
Futbol ve Üç Maymunlar
Klişe olacak ama yıllardır söylendiği gibi “futbol halkların afyonudur”
Ve ekleyeyim:
... özellikle de üçüncü ve daha altı dünya ülkelerinin.
Bugüne kadar Türkiye'de hiçbir meşhur futbol kulübünün ve futbolcunun toplumun gerçekliğini algıladığını ya da bu yönde cümleler kurduğunu görmedim. Milyonlarca insan arasından mikrofon uzatılma imkanına erişeceksin ve kurduğun cümleler "önümüzdeki maçlara bakacağız, hakem şöyleydi-böyleydi" v.b şeyler olacak. Futbol kulüpleri ve futbolcular sistemin dişlisidir. Maalesef burdan bir Socrates, bir Cantona çıkmaz. Buradan, kadınların nasıl doğum yapacağını dikte eden pankart taşıyanlar çıkar anca.
Ülkenin büyükleri olarak anılan kulüpler ise aslında ne kadar aciz, zavallı ve küçük olduklarını gösterdi tüm bu son dönemde yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler, hakların ve özgürlüklerin gasp edilmesi, faşizanlık v.b. olumsuzluklar karşısında hiçbir şey olmuyormuş gibi davranarak.
Sadece son dönem değil; geçmişte de üç maymunu oynuyordu bu kulüpler. Şimdilik “bana dokunmayan bin yaşasıncılık, aman ağzımızın tadı kaçmasıncılık” oynaya dursun bu kulüpler ama önlerinde aslında büyük bir tehlike var. Avrupa ve diğer uluslararası müsabakalardan men edilme tehlikesi. Yarın-öbür gün tıpkı Rusya'ya yapıldığı gibi bir yaptırım uygulanırsa Türk kulüplerine de şaşırmam. Çünkü ülkede yaşanan-uygulanan rejim dışarıdan da görülüyor ve bu rejim endüstriyelleşen futbol için bir defo yaratır. Özellikle de insan hakları konusunda Avrupa'nın tutumu ve tarzı belli iken. Gerçi dışarıdan nasıl göründüğünden ziyade bizim içeriden nasıl gördüğümüz daha mühim. Ve gözüken şey tam bir rezalet.
8 Nisan 2025 Salı
Tüm Olanlar ve İki, Bilemedin Üç Kelam veya ACABa Neden Öfkeliyiz
İllegal işler yaptığını iddia eden (hırsızlık, gasp, uyuşturucu, yaralama...), âvam, cinsiyetçi dilli, devamlı polisle başının dertte olduğunu, polisten kaçtıklarını anlatan şarkı sözlerine sahip dızo rapçilerin (daha doğrusu yaptıkları şeyin "rap" olduğunu söylüyorlar) aslında bu bozuk sistemin parçası olduğu, bu son yaşanan olaylarla (protestolar, hakların gasp edilmesi, faşizmin kırbacı, ...) yine belirginleşti. Polisten kimin kaçtığını, kimin sesinin çıktığını gördük; üstelik hiçbir suç işlemeden, illegal işe bulaşmadan. Şimdi ise bazı zavallılar haklarını arayan, hoşuna gitmeyen şeyleri protesto edenleri "gaza gelmeyin, edebinizle oturun" ve "kimsenin maşası" olmayın" diyerek, parmaklarını sallıyorlar. Anlayamıyorlar tüm bu olanları. Zaten sokakta protesto yapan o insanlar her gün kendilerine sallanan baskıcı parmaklardan sıkıldıkları-usandıkları için seslerini yükseltiyorlar, devamlı birilerinin arkasına saklanarak yükselenlerden, başkasının ağzına bakarak hareket edenlerden değiller; bireyler. Kendi fikirleri ve sözleri var, onları "maşa" olarak suçlayanların aksine.
Bir de "bunlar nasıl öğrenci, kaç yaşında insanlar, böyle öğrenci mi olur" diye çaçaronluk yapanlar var. Bir kere öğrenciliğin yaşı olmaz. Ayrıca protestoyu sadece öğrenciler yapmaz; onurlu, erdemli, haklarını geri isteyen herkes eylemde bulunabilir.
Tabii ki bu saçma-sapan eleştirilerde bulunanların birçoğu da sosyal medyadaki yavşak troller. Görüyorum, hep bu trollere cevap vermeye çalışanlar var. Aslında hiç kendiniz yormayın. Direkt bunları şikayet edin ve engelleyin. Hem enerjinizi boşa harcamamış hem de moralinizi dinç tutmuş olursunuz.
Bir de demokratik haklarını sergileyen ve bu yüzden tutuklananlar için "devlet BABA büyüklüğünü göstersin, içerdekileri serbest bırakarak" diyenler var. Bu yanlış. Ortada gösterilecek bir büyüklük yok zaten ortada bir suç yokken. Bu lütuflu tavrı talep edenler bu protestoların neden olduğunu tam anlayamamışlar. Sokaktaki insanlar artık BABA figürü istemediklerinden, baskıcı unsurlardan ve lütuflu tanrıcılık rollerinden bezdikleri için tavırlarını orta koydular esasen. Af talep etmek, "biz suçluyuz, bu seferlik hor görün" demektir aslında. "Ölüm yerine sıtmaya râzı gelmecilik" davranış biçimi yıllardır yeterince zarar verdi zaten. Bu hastalıklı alışkanlık artık terk edilmelidir.
İşte bu yukarıdaki kısa kelamlar, mutlu, huzurlu, adaletli, özgürlükçü bir hayat sürebilme isteğinin dışa vurumudur özünde ve bunlar çok da mütevazi isteklerdir.
4 Nisan 2025 Cuma
...
Bana “depresif” diyenleri bile depresif yaptı ülke
Ama yine tam anlayamazlar beni
Sızlanmanın da isyanın da felsefi yönü vardır
İsyan etmeyen insanlığa, isyanım
Ortak payda yok, pay var
İnsanlar artık kolay ve duygusuz olanı seçti
Beraber -yolun başında- bir şeyleri inşaa etmek varken; bir şeyler tek başına inşaa edildikten sonra ortak payda buluşuluyor
Gerçi bunlar benim için geçerli değil
Ben hep siklenmeyen taraftayım
Her şey içi boş, anlamsız ve hissiyatsız geliyor
Çünkü siz değiştirilen kültüre ayak uydurdunuz
Çalıştığınız işten kovulurum korkusuyla, çevrenizden dışlanırım endişesiyle; kısaca göt korkusuyla ağzınızı bantladınız
Zavallıca bir hayat olsa gerek (soru işareti yok)
Ve konu sadece futbol olunca şakıyan punklarımız var
Kimsenin, kimsenin çocuğunu dövmeye ve korkutmaya hakkı yoktu
Kimsenin, kimseye bok gibi bir bayram yaşatmaya hakkı yoktu
Ama hak gördüler bunları kendilerinde
Büyük bir mutsuzluğun içine doğduk
Hergün parmak sallamadan yapamayanların içine
Aslında bu dünyada onların işi ne, bizi kolay yoldan entelektüel yapmaktan başka?
31 Mart 2025 Pazartesi
25 Mart 2025 Salı
Mavi BMX
Doksanlarda ilk bisikletimi Saraçhane'deki Haşim İşcan Geçidi'nin altındaki Bisikletçiler Çarşısı'ndan almıştım. Mavi BMX. Herkesin kaliteli bisiklete binebildiği dönemlerdi. Eski Türkiye'ydi. Bir şekilde ana-babalar alabiliyordu çocuğuna kaliteli bisiklet, yüksek kazançlara sahip olmasalar da. Şimdi parası da olsa, istese de binemez kimse o kaliteli bisikletlere çünkü kaliteli hiçbir ürün de kalmadı artık Türkiye'de. Kaliteli ürüne ulaşma, kaliteli bir hayat yaratma imkanı bile gasp edildi seneler içinde diktatoryal rejim tarafından.
Şimdi ise; o geçidin üstündeki Belediye Binası aynı diktatoryal rejim tarafından gasp edilmeye, insanların seçme-seçilme özgürlüğü elinden alınmaya, buna tepki gösteren insanlar -tıpkı senelerdir olduğu gibi- şiddetle sindirilmeye çalışılıyor.
Biz ise geçmişte Saraçhane'nin altından aldığımız kaliteli ve hayatımıza renk-eğlence katan mavi bisikleti sürer gibi; Saraçhane'nin üstünde, motorları maviliklere sürmek, tekrardan renkli, eğlenceli, çocukluğun o huzurlu ortamını yaratmak istiyoruz, tepki gösterenler olarak. Aslında bu kadar basit ve mütevazi isteklerimiz var.
24 Mart 2025 Pazartesi
Yandaş Medya Yayın Akışı
28 Şubat 2025 Cuma
17 Şubat 2025 Pazartesi
Toplumun Sinir Uçları
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var:
İnsan biyolojik olduğu kadar zihinsel de bir
evrimin içindedir. Bu zihinsel evrim günümüzde gelişim yönlü değil; yok
oluş-ediş yönlü ilerlemektedir (en azından şu an için). Ama önemli olan insan
olmak değil; insanlıktan çıkmak ve üst insan olmaktır. 50 sene sonra
söylenebilecek şeyleri (sosyal, siyasi, dini ve muhafazakarlık tabanlı her şey)
şu an söyleyemeyen, üst insan değildir.
Türkiye'de artık karakter hâlini almış bir davranış -davranamayış- biçimi var, sosyal, kültürel, statü fark etmeksizin. Bu da aman onu kızdırmayalım aman bunu kızdırmayalım reaksiyonuyla oluşan ve özgürlük kavramını ortadan kaldıran "ağzımızın tadı kaçmasıncılık"tır.
Mesela devlet yönetimi boyutunda şöyle görebiliriz bunu: Küresel, bölgesel, siyasi v.b. olay-olgu-durum yaşanınca küresel güçler olan Amerika ve Rusya'yı kızdırmamaya çalışır mevcut hükümet.
Mesela aile içinde şöyle şeylerle görürüz
bunu: Küresel, sosyal, bireysel, v.b olay-olgu-durum olunca atılacak ilişkili
sosyal medya paylaşımlarının başımızı yakacağı fikri ailenin genellikle
ebeveynlerini rahatsız edebilir, çocuklarının yargısal bir sorunla
karşılaşabileceklerini düşündüklerinden ve bu sosyal medya paylaşımı formunu
almış ifadeyi engellemeye çalışabilirler.
"Aman ağzımızın tadı kaçmasıncılık"
yüzünden daha büyük sorunların ve daha büyük ağız tadı kaçıracak şeylerin
oluşmasını ise göremez kimse. Ülkenin en meşhur punkı(!!!) bile bu akımın
etkisindedir. Ülkenin en tanındık-meşhur punkı(!)-çılgını(!) dediğiniz adam,
ülkede birçok haksızlık, hukuksuzluk v.b. birçok sorun varken, bırak topluma,
siyasilere, sisteme orta parmak çekmek varken; Erman Toroğlu, Rasim Ozan
Kütahyalı gibi Fenerbahçe, Galatasaray, futbol fanatiği muhabbeti yapıyor
sadece. Boşa akan öfke.
Bu ülkede yaşadığımız için bu ülkenin
olumsuzluğundan bahsedeceğiz öncelikle; başka bir yerde yaşasaydık oranın
olumsuzluğundan bahsederdik. Olumsuzlukları veya hoşumuza gitmeyen şeyleri
söylediğimiz oranda çözümler getirebiliriz. Başka olumsuz, kötü v.b. şeylerin
olması "Türkiye'de böyle şeyler olmasın" dememize engel değil. Amaç
Türkiye'yi kötülemek değil; Türkiye'de hiç böyle olaylar olmasın ki o diğer
ülkelerden daha iyi hale gelsin, gelişsin birçok yönden demektir. Ama çözüm
getirebilmek için teşhisi koymak lazım öncelikle.
Toplumun sinir uçlarına dokunulmazsa o toplum
gelişmez, tıpkı kasların gelişememesi gibi. Toplumun sinir uçlarına dokunma
görevini en iyi ve yetkin şekilde yapması gerekenler ise sosyologlardır. Ancak
iyi bir sosyal tahlil, şu anki varoş iklim yüzünden tahlili yapanı "nefret
suçu" işlemekle, "halkı alâlen aşağılama" veya "halkı kin
ve düşmanlığa sevk etme" suçlarıyla karşı karşıya bırakabilir günümüz
Türkiye'si ve muadili ülkelerde.
6 Şubat 2025 Perşembe
Deprem ve Kültür
Bugün
2023 Kahramanmaraş merkezli, büyük felakete yol açan depremlerin yıldönümü,
tıpkı bir gün popüler adıyla "İstanbul Depremi", gerçek adıyla
"Büyük Marmara Depremi" olarak anılacak (artık kim kalır bunu anmaya
bilinmez) depremin yıldönümünün de geleceği gibi.
İnsan hayatı, depremin yarattığı travmalarla
uğraşacak kadar uzun değil; kısa. Zaten birçok sosyal, kültürel, siyasi ve
birçok çeşitli zorlukla uğraşırken bir de deprem travmasıyla uğraşıyor bu
ülkede yaşayanlar.
Boş boş şu yapıldı, bu yapılmadı diye
yazmayacağım ya da sosyal medya paylaşımları gibi "Unutmadık",
"Acımız bir", "Acımız büyük" gibi popülist, söylenmek için
söylenmiş (formaliteden) söylemlerde bulunmayacağım çünkü deprem de birçok şey
gibi unutuldu hatta şu an bile İstanbul ve çevresi gibi deprem bekleyen yerde
oturanlar, bir mayının üstünde olduklarından haberdar değillermiş gibi
davranıyorlar. Bir yandan ise deprem hasarını ve kaybını önlemek için yetkili
birimler hiçbir şey yapmadı ve bundan sonra da yapmayacak. Bu reaksiyonsuzluk,
kültürün bir parçası. Bâzı şeylerin olumlu yönde değişmesi için öncelikle
kültürün değişmesi gereklidir ve kültür de uzun süreçlerde değişebilir ancak.
Beklenen depremlerin ise kültürün değişmesini bekleyecek zamanları yok. Geriye
tek bir şey kalıyor: Kişisel önlem-eylemler. Bu yüzden İstanbul ve çevresinde
oturan herkes bir an önce başka yerlere göçmelidir çünkü depremde enkaz altında
kalınınca söylenecek "keşke"lerin hiçbir faydası olmayacak. Belki
yine oluşacak tablo karşısında travmalar yaşanacak ama en azından travma
yaşayacak bir hayati fonksiyon olacak.
Deprem üzerine yazılan her şey (bu da dâhil)
boşuna aslında. Gerçek şu: Gelecekte de şimdiki gibi birçok deprem olacak,
insanlar ölecek, mevcut kültür tıkır tıkır işleyecek. İşte o yüzden anlatacak
çok şey olmasına rağmen uzun tutmadım bu yazıyı. Nasılsa kimsenin umurunda da
sikinde de değil.
29 Ocak 2025 Çarşamba
Z Kuşağı Üzerine (Türkiye Özelinde)
Ön Hatırlatma:
İnsanlar kuşak kuşak veya kuşaklarına göre
değil; öncelikle tek tek ele alınmalıdır ama tek tipleşen bir dünyada
önyargılardan tamamen de sıyrılmamak gerekir yoksa önyargılı olunmadığı için
pişman olunabilir.
Her kuşak eleştirilir. Z kuşağının
eleştirilmesi gereken nokta ise (Z kuşağının anlayamadığı nokta) sadece
kendilerinin eleştirildiğini zannetmeleridir. Z kuşağı eleştirildiğinde
saldırganlaşmaya başlar. Bu davranış biçimi de en eleştiriye kapalı kuşak yapar
Z kuşağını.
Aynı zamanda Z kuşağı çok güdüsel.
Beğenileri, zevkleri anlık; uzun vadeli değil. Bu durum da sağlam bir karakter
oluşmasını engelliyor (bkz. Omurgasızlık). Ama gelecekte bu kuşağa dahil
çoğunluk böyle olacağından, "karakter" kavramının anlamı da dönüşüp
(Z kuşağı "dönüştürmeyi" de pek sever) başkalaşacak.
Ayrıca Z Kuşağı sömürmeyi sever. Tabi bu
durum kendisinden bir önceki kuşağın da sahip olduğu bir yaşayış biçimiydi. Z
Kuşağı bunu alıp, geliştirdi ve form değiştirtti.
İnsan ilişkileri de bu sömürmenin bir
koludur. İletişime-ilişkiye geçtikleri her kişiyi, her yönüyle beslenilmesi
gereken bir şey olarak görür. Bilgi, beceri, çıkar v.b., ne olursa olsun. Bu da
sağlam-sahici ilişkiler kurmasını engeller Z Kuşağının. Gerçi bu durum bir Z
Kuşağı bireyin başka bir Z Kuşağı bireyle iletişim kurarken sağlam ve sahici
bir ilişkiyi gözetmeyeceği için sorun da teşkil etmez.
Z Kuşağı "kendini geliştirmek" adı
altında, duygusuzluğu ve duyarsızlığı tercih etti. Bu aslında "kendini
geliştirmek" değil; robotlaşmaktır.
Bizim kuşak için "çok apolitik"
denirdi (1986 doğumluyum). Şimdiki kuşak için ise (Z) çok umutluydu herkes. Vay
efendim "çok zehir gibiler"miş, yok "kimseye eyvallahları
yok"muş, falan-filan. Hani nerede o çok güvendiğiniz nesil? Bu kadar çok
haksızlık, hukuksuzluk, terbiyesizlik varken, o çok önemsedikleri özgürlükleri
kısıtlanmışken ve daha nice yaşamsal, onursal zedeleyici hadise olurken bir-iki
kelam dahi edemeyen nesile mi güvendiniz yoksa? Bizim nesile her boku söylediniz
ama bizim nesilin gençlik döneminde en azından Gezi gibi onurlu bir eylem
yapıldı. Bu bile yeterli aslında kimin daha apolitik olduğunu göstermeye. Z
kuşağı anca anasına-babasına çemkirsin bu ülkede; buralı olmayan kuşakdaşları,
toplumda infial yaratan olaylarda sokaklarda haklarını savunurken.
Sokakta omuz attı diye birilerini bıçaklayan,
her türlü (sözlü-fiziki-duygusal) tacizi normal görerek biçimleştiren, ağzında
"amınakoyim"i sakız gibi dolaştıran, yaşam önceliğinin ilk sıralarına
sosyal medyalarındaki algılarını koyup, kendisini değil avatarını
("avatar" deyince filmden ziyade akla ilk gelenin Avatar Atakan
olması) yaşayan çok genç görürsünüz ama hakları, özgürlüğü, akıl sağlığı
elinden alındığı (örneğin: değersiz hissettirilerek), geleceklerine dinamit
döşendiği için eylem yapan genç göremezsiniz. Gençliğinin enerjisinin bile
pespayelik içinde olduğu bir ülke Türkiye.
Artık
mizah dergisi okuyan genç bile yok.
"Gençlik"
dediğimiz şey sadece biyolojik bir olgu değildir. Gençliğin her zaman daha
ilerici, daha zeki, daha açık olması ve kendinden önceki nesilleri geride
bırakıp, onları daha muhafazakar bir duruma düşürmesi gerekir. Günümüzde ben,
yanında muhafazakar kaldığım-hissettiğim bir genç göremiyorum. Bu kadar sosyal,
siyasal, kültürel mevzu olurken bâzı gerçeklerin farkına varamamış bir gençlik
görüyorum. Ama örnek verip şunları söyleyebilirsiniz bana: "Ama ben açık
ilişkinin gerekliliğini savunuyorum". Hayır. Bu bir özgürlük değil; tercih
meselesidir, derim ben de. Özgürlüğü, cinsellik ve bunun çevresinde gelişen
şeylere indirgemek dar bir alana hapseder "özgürlük" kavramını. Bu
tıpkı eskiden yapılan "saat 10.00 dan sonra içki satın alamıyoruz"
feryatları atanların diğer bütün özgürlük alanlarının kısıtlanmasıyla ilgili
ses çıkartmaması gibidir.
22 Ocak 2025 Çarşamba
Çapaklı Mevkii
Türkiye'de herkes gerçekleri ya saklıyor ya da gerçeklerden kaçıyor
Mutsuzluğunu bile kabullenmiyor kimse, reddediyor
Aşırı mutlular var bir de
Bu mutluluk değil; bu mutsuzluğun kamuflesi
Nitekim
Hayat da artık bir iş ise tükenmişlik yaşanır
Minimalizm diye estetikleştirecekler fakirliğinizi
Ağız dolusu küfürler varken ne yapayım kırmızı kartı
Zaten anlamlar kayık
Mesela: İnternete ulaşımda sorun yaşanınca aklıma teknik ve teknolojik sebeplerden önce hükümetin gelmesi
Uydurma isimlerin ve sıfatların da bir önemi yok
2025 senesine "Aile Senesi" dense de çağ Bayağılık Çağı olarak anılacak
Varoşluk şövalyeleri her bir yanda varoşluk şovenizmi yapmakta
Yemek yapmayı bilmeyenler ise turp peşinde koşmakta
Yemeğin yanında içilecek şaraptan bahsetmiyorum bile, düşün
Bu ülkenin gençlerinden umutlu olmak ahmakça
Bugünün yaşlılarından da umutluydu daha da yaşlılar geçmişte
Yani bir şey değişmez
Godomanlar ve devlet yöneticileri umutlu olabilir gençlerden sadece
Çünkü sömürülecek insan potansiyeli aslında o gençler
Bu ülkenin kara günleri de fazla
Ve hepsi unutuldu
Ama unutmayanlara erdemli denir
Oysaki bir kara -aydınlık- gün lazım, en azından kara gün sayılarını daha az tutabilmek için
İnfial yaratan olaylardan sonra sorumlu birileri çıksa da beni göt etse, "nasılsa kimse istifa etmez" diye düşündüğüm için
Terbiyesizlik yaptığı için özür dilese birileri mesela